Tür: Dram
Vizyon Tarihi: 2010 - Türkiye
Süre: 90 dk.
Özellikler: 35 mm, Renkli, Dolby SR
Genç, fikirleri uğruna herşeyinden vazgeçebilecek yönetmen Emrah Şahin, ilk sinema filmini çekmeye çalışmaktadır. Arkadaşları ve annesi Şahane Hanım’ın da desteğiyle yapımcılardan para bulan Emrah'ın karşısına bürokrasinin çarkları çıkar. Hayalleriyle Emrah arasında sansür kurulu başkanı Müzeyyen Hanım’dan alacağı son bir imza kalmıştır. Ama bu düşündüğü kadar kolay olmayacaktır.
Vizyon Tarihi: 2010 - Türkiye
Süre: 90 dk.
Özellikler: 35 mm, Renkli, Dolby SR
Genç, fikirleri uğruna herşeyinden vazgeçebilecek yönetmen Emrah Şahin, ilk sinema filmini çekmeye çalışmaktadır. Arkadaşları ve annesi Şahane Hanım’ın da desteğiyle yapımcılardan para bulan Emrah'ın karşısına bürokrasinin çarkları çıkar. Hayalleriyle Emrah arasında sansür kurulu başkanı Müzeyyen Hanım’dan alacağı son bir imza kalmıştır. Ama bu düşündüğü kadar kolay olmayacaktır.
“Her yasak kendi isyancısını doğurur!”
“Okullar bitti, filmci oldum. Adını hep karıştırdım ya da unuttuğum (ama herhalde Mualla’ydı) bir kadın, yaptığımız ilk filme aynı gerekçe ile musallat oldu. O yıllarda Ankara'da filmler sansür’den geçip, izin alınıp, öyle vizyona giriyordu. Benim ilk filmim yine cumhuriyetin temellerini sarsıyordu. Kadın filme izin vermedi. Kendi başına bir film hikayesi olan bu ‘memur Mualla'yı’ bir gün mutlaka film yapmayı planlıyordum. Yıllarca Ankara'ya gittik geldik, bütün paramızı bu yolda harcadık. Memur Mualla hep aynı şeyi söyledi. ‘Bu film, Kemalizm’e, Cumhuriyet'e karşı, onun temellerini sarsan bir film’ deyip durdu. Sonra 420 metresini kesip elimize verdi filmi (Bir Günün Hikayesi - 1980). Mualla'nın ağzından şehvet dolu gerekçeler çıkarken, Atatürk resmi onun tepesindeydi ve ben yine Atatürk'le göz göze geliyordum. Birbirimize çaresizce bakıyorduk. Nasıl oluyordu da, bu kadar yasakçı, sansürcü, tutucu insanlar, Türkiye'nin özgürlük mücadelesini veren bir adamı temsil ediyordu? Bu işte bir yanlışlık olmalıydı…”
Sinan Çetin
“Okullar bitti, filmci oldum. Adını hep karıştırdım ya da unuttuğum (ama herhalde Mualla’ydı) bir kadın, yaptığımız ilk filme aynı gerekçe ile musallat oldu. O yıllarda Ankara'da filmler sansür’den geçip, izin alınıp, öyle vizyona giriyordu. Benim ilk filmim yine cumhuriyetin temellerini sarsıyordu. Kadın filme izin vermedi. Kendi başına bir film hikayesi olan bu ‘memur Mualla'yı’ bir gün mutlaka film yapmayı planlıyordum. Yıllarca Ankara'ya gittik geldik, bütün paramızı bu yolda harcadık. Memur Mualla hep aynı şeyi söyledi. ‘Bu film, Kemalizm’e, Cumhuriyet'e karşı, onun temellerini sarsan bir film’ deyip durdu. Sonra 420 metresini kesip elimize verdi filmi (Bir Günün Hikayesi - 1980). Mualla'nın ağzından şehvet dolu gerekçeler çıkarken, Atatürk resmi onun tepesindeydi ve ben yine Atatürk'le göz göze geliyordum. Birbirimize çaresizce bakıyorduk. Nasıl oluyordu da, bu kadar yasakçı, sansürcü, tutucu insanlar, Türkiye'nin özgürlük mücadelesini veren bir adamı temsil ediyordu? Bu işte bir yanlışlık olmalıydı…”
Sinan Çetin
BASINDA
09.01.2011“Otorite Karşısındaki Yalnızlık: Kağıt”
“Ne kadar az kanun o kadar çok hayat! Hiçbir şeye dokunmazsak, her şey kendi kaosunun bütünlüğü ile yürüyor. Kanunlara ve devlete ihtiyaç duyduğumuz tek şey suçtur. Suçu ortadan kaldırdığınız zaman kanunlara ihtiyaç kalmaz. İnsanoğlunun devlete ihtiyaç duymasının nedeni, insanın kendisinden gelen belanın bir başka hakem kuruluna ihtiyaç hissetmesindendir. Suç işlemezse bir devlete ihtiyaç kalmayacaktır. Suçu doğuran insanın yine kendisidir. Bunun dışında insanın yediğine içtiğine, diline, dinine, bayrağına, kişisel ihtiyaçlarına karışan devlet en gereksiz devlettir. O yüzden de devletler büyüdükçe hayat küçülür. Bu film insanların kafasında devletin bir hizmet aracı olduğu fikrine uyandırsa bana yeter.”
Sinan Çetin