hayatın_kaynagi
Hayatın Kaynağı / Ayn RAND

Dünya bizi kurtarma ve bize iyilik yapma aşkıyla dolu insanlar tarafından hep kana bulandı. Tarihteki bütün savaşçıları içi iyilikle dolup taşan, kendini bir dava uğruna feda ettiğini düşünen kurtarıcılar çıkardı.

Hitler Almanları, Stalin işçileri, Mao köylüleri kurtarmak için dünyayı kana buladı. Milyonlarca insan kurtarıcıların şefkat dolu ellerinde can verdi. Hep Biz dediler, hiç ben deyip kendilerini düşünmediler.

Ama bilim, zenginlik, hayatı kolaylaştıran, hayatı yaşanır kılan her türlü buluş kendi çıkarları için çalışan, işini iyi yapan Ben-cilerin eseriydi. Onlar hiçbir zaman ‘’bizci’’ olmadılar. Sadece işlerini iyi yaptılar ve bizlere rağmen başardılar. Elinizdeki bu kitap dünyanın fedakarlık tüccarları tarafından yok edilmemesi için bir AKIL KALKANIDIR.

Ben’in bir savunuşu ve kalabalıklara karşı duran yaratıcılara verilmiş ödüldür. Aklın ve mantığın yolunu izlemek isteyen herkese bu rehberi takdim etmekten onur duyarım.

3. Baskı / İstanbul, Mart 2003

Sinan Çetin

ayn_rand_atlas_silkindi
Atlas Silkindi / Ayn RAND

BENİ SÖMÜREN BİZLER...

Karşımda iki arkadaş grubu var. Bir derenin kıyısında oturuyorlar. Şu anda birbirlerine düşmanlar... Ellerindeki taşları öfke ve nefretle sıkarak karşılıklı konuşuyorlar. Ben iki grubun tam ortasında oturuyorum. Havadaki gerilimin fotoğrafını çekiyorum. Derenin sesine biraz uzaktaki fabrikanın grev davulu karışıyor. İki grup da sendikanın yönetimini ele geçirmek istiyor. Konuşmalardaki sessiz gerilim solcu bir sokak tiyatrosundan gelen tiradla kesiliyor. Tiyatrocunun sözlerine iki grup da hak verip, kaldıkları yerden düşmanlığa devam ediyor. Bir polis helikopteri fabrikanın üstünden dereye doğru daireler çizerek üzerimizde dolaşıyor. Ben sendikanın gazetesini çıkarıyorum, grevin fotoğraflarını çekiyorum.

Eski arkadaşlar şimdi birbirlerine nefretle bakıyor. 5-6 kişilik gruplarıyla ellerinin içine aldıkları taşları birazdan çıkacak kavga için hazırlıyorlar. Arada bir ceketlerini açıp silahlarını gösteriyorlar. Konuşma devam ediyor ve birbirlerine aynı şeyi söylüyorlar: ‘’BURADAN GİDİN, BU FABRİKA BİZİM,’’ Bir halk ozanı lafı alıp ‘’bu fabrika bizim’’ diye kötü bir mikrofona bağırıyor, İşçiler bu türküye katlıyorlar. Bir jandarma aracı gelip duruyor. Komutan etrafa bakıp, ‘’BU FABRİKA ESAS BİZİM’’ diyor. Bir emekçi ressam ‘’Benim İşçilerim‘’ adlı sergisini açıyor. İşçiler resimlerle ilgilenmiyorlar ama sokak tiyatrosunun oyuncuları resimleri çok beğeniyorlar. Havadaki gerilim devam ediyor. Maliye Bakanlığı’ndan bir grup bu fabrikadan daha fazla vergi almak için minibüsten iniyor. Onlar da bu fabrikanın kendilerine ait olduğunu düşünüyor. Aynı anda derenin kenarında kavga çıkıyor. Eski arkadaşlar FABRİKA BİZİMdiye kavga diyor, birbirlerini dövüyor. Kanları dereni suyuna karışıyor.

Dört gün sonra fotoğraf makinemin kapağını grev çadırında bulma umuduyla fabrikaya gidiyorum. Fabrikanın sahibi olduğunu iddia eden grevciler, sendikacılar, maliyeciler, jandarmalar, tiyatrocular, ressamlar, türkücüler, polisler, solcu üniversiteliler, gazeteciler...Hiçbiri ortada yoktu. Derenin sesinden başka hiçbir ses duyulmuyordu. Rüzgarın sesi yerdeki gazete parçalarının üzerinden geçip derenin sesine karışıyordu. Dört gün önceki grevin davul zurnasından, polisin helikopterinden, maliyenin minibüsünden, sokak tiyatrocularının haykırışlarından, işçilerin heyecanlı sloganlarından, sendika için kavga eden arkadaşlarımın çığlıklarından geriye kocaman, ağır ve derin bir sessizlik kalmıştı. Kafamı kaldırıp sessizliğin nedenini anlamaya çalışıyorum.Bana herkesin nereye gittiğini, bütün bu insanların nasıl yok olduğunu, bu ölüm sessizliğinin nedenini söyleyecek birini arıyorum; kimseyi göremiyorum. Fabrikanın kapısında asılı duran küçük bir levhadan başka. Yorgun, sessiz bir küçük levha, bir küçük yazı, bir küçük kelime. Hayatımın bütün sorunlarının cevabı. FABRİKANIN ESAS SAHİBİ GİRİŞTEKİ BÜYÜK KAPIYA BİR TEK SÖZ YAZIP ÇEKİP GİTMİŞTİ... KAPALI.

Atlas Silkindi, bütün yaratıcıların ‘’KAPALI’’ levhasını asıp gittikleri günü anlatıyor. Bütün yapan edenlerin, kendisi için çalışıp farkında olmadan ‘’biz’’lere hizmet eden bütün ‘’ben’’lerin çekip gittikleri gün ‘’biz’’lerin, yani şikayet edenlerin şikayet edecek kimseyi bulamadığı o korkunç günü gösteriyor. ‘’Biz’’lerin ‘’ben’’i nasıl sömürdüğünü resmediyor. Kitabı okurken karar vereceksiniz: Yapan edenlerden misiniz, yoksa şikayet edenlerden mi? Eğer şikayet edenlerdenseniz bu kitabı okumayın, utanırsınız!

4. Baskı / İstanbul, Aralık 2010

Sinan Çetin

kapitalizm-bilinmeyen-ideal

Kapitalizm Bilinmeyen İdeal / Ayn RAND

Sosyalizmin teorisini kuranlarla ilgili en gereksiz ayrıntılar bile bilinirken, kapitalizm hakkında neredeyse hiçbir şey bilinmez. Totaliter rejimler bir bir çöktüğü halde totaliter teoriler hala yüceltilirken. İnsan hayatını ve insanın yaratma gücünü merkeze alan kapitalizmin, fikirden, felsefeden yoksun olduğu zannedilir. Oysa kapitalizm, özgürlük fikri üzerine kuruludur. Yirminci yüzyılın büyük özgürlükçü filozofu Ayn Rand, kapitalizmin dayandığı felsefeyi derin ve etkileyici biçimde açıklayanların başında gelmektedir. Ülkemizde ne yazık ki Marx veya Engels kadar tanınmasa da, Ayn Rand, ABD’de İncil’den sonra en çok okunan kitapların –romanların ve felsefi eserlerin yazarı olarak. Hem güçlü fikirleri hem de çarpıcı üslubuyla milyonlarca insanı etkilemiştir.

Aydınlarımız, toplumun çok gerisinde kalmış bir bilinç düzeyiyle, kolektivizmi, nasyonalizmi ve devletçiliği savunadursun, halk, devletçi bürokrasiye rağmen, Avrupalı ve Amerikalı gibi yaşamak istiyor. Üstelik en batıcı aydınlarımız bile, Amerika’nın ve Avrupa’nın kapitalizmin kanatları üzerinde yükseldiğini bildikleri halde, bu gerçek kendilerine hatırlatıldığında, karanlık bir mağara ışığa yakalanmış yarasa korkusuna kapılıyor.‘’Evet. Onlar kapitalist ama, oralarda sosyal devlet var’’ türünden yüzeysel lafazanlıklarla kolektivizme sadakatlerini sürdürüyor.

Ayn Rand’ın Kapitalizm: Bilinmeyen ideal’ ini ve diğer yaptıklarını okudukça, Türkiye’deki tek yönlü bilgilendirmeden, kolektivist fikirlerin boğucu egemenliğinden, insan aklının hayattan koparılmasından doğan eksikliği fark edecek ve yeni bir düşünce rüzgarının ferahlığını hissedeceksiniz.

1. Baskı: İstanbul, Ekim 2004 | Sinan Çetin

yasamak-istiyorum

Yaşamak İstiyorum / Ayn Rand

Devlet dediğin şey nedir? Büyük bir kitlenin hesabına çalışan hizmetçi... kitleyi rahat ettirmek için düşünülmüş kolaylık. Bu elektrik yada su tesisatından farklı bir şey değil. İnsanlara musluk uyu için yaşamalarını söylemek komik olmaz mı?’’

Rusya’da ihtilal olduğu zaman ben on iki yaşındaydım. Bireyin, Devlet için yaşaması gerektiği prensibini ilk defa o zaman duymuştum. Bu düşünce tarzını kötü olduğunu ve yalnız kötülüklere yol açacağını anlamıştım. Komünizme karşı olmamın sebebi buydu ve hala a budur. Benim on iki yaşındayken anladığım gerçeği, aydınların önemli bir kısmının hala anlamaması çok şaşırtıcı. Bu aydınlar komünist yöntemlerin kötü, fakat ideallerini soylu olduğunu savunuyorlar. Komünizmin bütün zaferi de ala hür olan bir çok insanın bu inançlarında inat etmesi yüzündendir.

1. Baskı: İstanbul, Ocak, 2006

3. Baskı: İstanbul, Ağustos, 2010

ego

Ego / Ayn Rand

Potansiyel olarak bir siyasi yönetim insan haklarına yönelik en tehlikeli tehdittir; siyasi yönetim yasal olarak silahsızlandırılmış kurbanlara karşı fiziki zor kullanma konusunda hukuki bir tekeli elinde tutar. Birey haklarıyla sınırlandırılmadığı ve kısıtlanmadığı zaman bir siyasi yönetim insanın ölümcül düşmanıdır. Siyasi yönetimlerin en sevmediği şeylerin başında bireyin bağımsızlığı ve egonun vizyonu gelir. Egonuzu ve kimliğinizi siyasi yönetimlere karşı koruyun.

4. Baskı: İstanbul Nisan 2011

bencilligin-erdemi

Bencilliğin Erdemi / Ayn Rand

Günümüzün pek çok otoritesi tarafından yirminci yüzyılın en önemli düşünürlerinden birisi sayılan Ayn Rand, eserlerinin tekrar tekrar basılmasıyla ve savunduğu düşüncenin büyük bir bölümünün doğruluğunun zaman içinde kanıtlanmış olması nedeniyle etkinliğini ve önemini bugünde korumakta.

Postmodernizmin yol açtığı türlü yıkımların ve bireysel yaratıcılığa indirdiği darbelerin ardından, bireyin kendini doğru bir ahlakla yapılandırıp toplum içinde konumlandırması düşüncesi yeniden gündeme geldi. Bu yüzden tüm yaşamı boyunca geliştirdiği ‘’objektivizm’’ felsefesi doğrultusunda, bireysel yaratıcılığı hep birincil değer yaşamış olan Ayn Rand’ın düşünsel gündemdeki yerini yitirmemesinin şaşılacak bir yanı bulunmasa gerektir.

Ayn Rand’ın bir düşünür olarak bu denli önem taşımasının en önemli nedenlerinden biri, felsefeyi her zaman yaşamın ta ortalık yerinden kaynaklanması gereken bir pınar saymış olmasıdır. Rand’a göre insanla doğadan bağıntılı kılınmamış, insanı doğrudan sorgulamayan bir felsefenin insan açısından bir değer ve önem taşıyabilmesi de olanaksızdır: ‘’Benim felsefem, özünde kahraman bir var oluşun taşıyıcısı olarak insan kavramdır; üretken nitelikteki başarıları, en soylu etkinliğidir; bu insan açısından tek mutlak niteliğini taşıyan ise akıldır...’’
Yirminci yüzyılda Batı insanının gerçek bir ahlak bunalımı içerisinde yaşadığın belirten Ayn Rand, aynı konferansının bir bölümünde ahlak konusunda şöyle der: ‘’...Eğer yaşamaya devam etmek istiyorsanız, şimdi ihtiyacınız olan şey ahlaklı olmaya geri dönüş değil, ahlaklı olmayı keşfetmektir...’’

4. Baskı: İstanbul, Ocak 2013 | Ahmet Cemal, Cumhuriyet

isadami-icin-felsefe

İş Adamı İçin Felsefe / Ayn Rand

Bir gün rahmetli Sakıp Sabancı ‘’Ben de solcuyum,’’ demişti. Onun bu sözü masadaki herkesin yüzünde bir gülümsemeye yol açmıştı. Sabancı’nın gerçekten solcu olmadığını hepimiz biliyorduk fakat sessiz ve gizli bir anlaşmayla onu da solcu kabul etmiştik. Sakıp Sabancı Türkiye’deki kapitalizmin simgesi, büyük kapitalist denince akla gelen ilk isimdi. Peki, Sakıp Sabancı neden solcu olmak istiyordu?

Sabancı’nın her şeyi vardı: istihdam ettiği binlerce çalışanı, büyük binaları, fabrikaları, basındaki gücü, toplumdaki itibarı; her şeyi vardı. Bir tek şeyi yoktu: felsefesi. Çevresinin kendisine yönelik suçlamalarını kabul edip, sırtına aldığı binlerce işçiyle bu ağır, hakaretlere varan saldırıları tevekkülle karşılıyordu. Toplumun onun sömürücü, kâr peşinde koşan, ahlâksız olarak suçlamasına karşılık, o kendini savunacak tek bir ifade bulmuştu. ’’Ben de solcuyum.’’ Sabancı solcu değildi, kapitalistti; yaratıcı, yapan-eden, üreten bir kahramandı. Bir tek şey değildi; şikâyetçi. Dünyadan şikayet etmeden dünyayı değiştirmeyi başarabilmiş, kendine, ailesine ve çalışanlarına mutluluk dağıtmış bir kahramandı. Şikâyetçilerin saldırısına felsefi olarak cevap veremiyordu, çünkü kendini savunacak akıl kalkanı yoktu. Bu kitap, yaratıcının, yapan-edenin kendini savunmak için okuması gereken kılavuzdur.

Elinizde tuttuğunuz bu eser iş adamları için bir kapı aralıyor. Üretmek artık bir utanç vesilesi olmamalı, aksine yapmanın ve etmenin ahlâki tatminini, üretenler gururla sahiplenmeliler.

1. Baskı: İstanbul, Ocak 2009 | Sinan Çetin

sc-1

Sherlock Holmes, Unutulmayan Vakalar Kitabı 1 / Arthur Conan Doyle

“Benim adım Sherlock Holmes, benim işim başkalarının bilmediklerini bilmektir’’

Sherlock Holmes 6 Ocak 1854 senesinde doğmuştur bir ve yüzyılı aşkın senedir dünyanın hemen her ülkesinde tanınmaktadır. Sadece adı bilinmez Sherlock Holmes’un; görünüşünü de bilir herkes. Şahin gibi yüz hatları ve delip geçen bakışları; pelerini ve piposu; kendine özgü şapkası ve elinden düşürmediği büyüteci gibi detaylar o kadar bilindiktir ki, bugün aramızda ortaya çıksa onu ilk bakışta tanırız. Hali hazırda çözmeye çalıştığı suçlar gibi kendisi de gizemle sarmalanmış ve onu efsane yapan en temel özelliği de çoğu zaman kurguyla gerçeğin birbirine karıştırıldığı bir figür olmuştur.

Plato film yayınları bir süredir hasret kaldığımız kahramanımız Sherlock Holmes’ün hayal dünyamıza dönüşünden en az sizin kadar heyecan duyuyor.

“Sana tekrar söylüyorum Watson, eğer imkansızı elersen geriye kalan her ne kadar mümkün gözükmese de gerçeğin ta kendisi olacaktır.’’

2. Baskı: İstanbul, Nisan 2011

sc-2

Sherlock Holmes, Dörtlerin İmzası 2 / Arthur Conan Doyle

“Benim adım Sherlock Holmes, benim işim başkalarının bilmediklerini bilmektir’’.

Sherlock Holmes 6 Ocak 1854 senesinde doğmuştur ve bir yüzyılı aşkın senedir dünyanın hemen her ülkesinde tanınmaktadır. Sadece adı bilinmez Sherlock Holmes’un; görünüşünü de bilir herkes. Şahin gibi yüz hatları ve delip geçen bakışları; pelerini ve piposu; kendine özgü şapkası ve elinden düşürmediği büyüteci gibi detaylar o kadar bilindiktir ki, bugün aramızda ortaya çıksa onu ilk bakışta tanırız. Hali hazırda çözmeye çalıştığı suçlar gibi kendisi de gizemle sarmalanmış ve onu efsane yapan en temel özelliği de çoğu zaman kurguyla gerçeğin birbirine karıştırıldığı bir figür olmuştur

Plato film yayınları bir süredir hasret kaldığımız kahramanımız Sherlock Holmes’ün hayal dünyamıza dönüşünden en az sizin kadar heyecan duyuyor.

‘’ Sana tekrar söylüyorum Watson, eğer imkansızı elersen geriye kalan her ne kadar mümkün gözükmese de gerçeğin ta kendisi olacaktır.’’

3. Baskı İstanbul, Ocak 2013

sc-3

Sherlock Holmes, Baskerville Tazısı / Arthur Conan Doyle

“Benim adım Sherlock Holmes, benim işim başkalarının bilmediklerini bilmektir’’

Beskervilles Tazısı, geçmişten gelen bir lanetin modern zamanda geçen korku dolu hikâyesi. Baskerville Konağı’nın gri kuleleri ile Dartmoor’un uçsuz bucaksız bataklıları, Sherlock Holmes ve Dr. Watson’a yer yüzündeki pek az insanın çözüme kavuşturabileceği bilmecelerle dolu sırlar sunuyor. Dedektif doğaüstü olayların mantıklı açıklamaları olduğuna inansa da, bataklığın bu lânetli tazısı herkesin düşüncelerine korku salmayı başarıyor. Söylentilerden başka ellerinde bir ipucu bulunmayan iki dost bu gizem dolu macerayı çözüme ulaştırabilecekler mi?

Serinin bu dördüncü kitabında Sherlock Holmes ve Dr. Watson, Baker Street’teki güvenli odalarından çıkıp ıssızlığın ortasında, ölümün kol gezdiği bir bilinmeze yolculuk yapacaklar.

‘’ Sana tekrar söylüyorum Watson, eğer imkansızı elersen geriye kalan her ne kadar mümkün gözükmese de gerçeğin ta kendisi olacaktır.’’

sc-4

Sherlock Holmes, Sherlock Holmes’ün Dönüşü 1 / Arthur Conan Doyle

‘’Benim adım Sherlock Holmes, benim işim başkalarının bilmediklerini bilmektir.’’

Holmes’u davetli olduğu evde kötü bir sürpriz bekler. Ev sahibi öldürülmüş ve geriye pek az kanıt kalmıştır. Scotland Yard’ın çaresiz kaldığı bu davada çözüm için son umut. Holmes’un dehasıdır. O ve sadık yardımcısı Dr. Watson, ipuçlarının peşinde Korku Vadisi’ne uzanan soluk kesici bir maceraya atılırlar.

‘’ Sana tekrar söylüyorum Watson, eğer imkansızı elersen geriye kalan her ne kadar mümkün gözükmese de gerçeğin ta kendisi olacaktır.’’

1. Baskı: İstanbul, Temmuz 2011

sc-5

Sherlock Holmes, Sherlock Holmes’ün Dönüşü 2 / Arthur Conan Doyle

’Benim adım Sherlock Holmes, benim işim başkalarının bilmediklerini bilmektir.’’

Holmes’u davetli olduğu evde kötü bir sürpriz bekler. Ev sahibi öldürülmüş ve geriye pek az kanıt kalmıştır. Scotland Yard’ın çaresiz kaldığı bu davada çözüm için son umut. Holmes’un dehasıdır. O ve sadık yardımcısı Dr. Watson, ipuçlarının peşinde Korku Vadisi’ne uzanan soluk kesici bir maceraya atılırlar.

‘’ Sana tekrar söylüyorum Watson, eğer imkansızı elersen geriye kalan her ne kadar mümkün gözükmese de gerçeğin ta kendisi olacaktır.’’

1. Baskı: İstanbul, Temmuz 2011

gelis-ve-gidis

Geliş ve Gidiş / Arthur Koestler

İstatistikler Kan Kaybetmez...

Bu edebiyattı, Sonia. Sen tam vaktinde kaçmıştın, orada değildin. Babil’in su kenarlarında oturup ağlamadın. Sen bunları sadece okuyarak öğrendin, bu aynı şey değil. Kudüs’te, Siyon Dağı’nda ölen bir kişi, ağrıyan dişin kadar bile üzmez seni. Bunları yaşamayan anlamaz. Terör, vahşet, bunalım, tam anlamıyla hem de, İstatistikler kan kaybetmez. Nedir önemli olan? Ayrıntılar. Sadece ayrıntılar önemlidir...

“Hâlâ büyük dünyalara ve küçük bayraklara inanıyor musun?’’ ‘’Yok, hayır inanmıyorum.’’ ‘’Gözünü açtığına memnun değil misin?’’ ‘’Memnunum.’’ ‘’İnançların?’’ ‘’Hayaldi hepsi.’’ ‘’Kardeşlik arayışın?’’ ‘’Yabani kaz avı.’’ ‘’Ya cesaretin?’’ ‘’Koca bir hiç.’’ ‘’Sadakatin?’’ ‘’Kendinden geçme.’’ ‘’O zaman niçin tekrar başlamak istiyorsun?’’ ‘’Gerçekten niçin?’’

‘’Ben hainim biliyor musun?... Kimse bilmiyor ama ben ihanet ettim... Ağzıma sünger tıkadıkları için beni duymadılar...’’

...
‘’İkinci Dünya Savaşı boyunca yaşanan kolektif cinnet, özellikle Hitler faşizmi ile ortaya çıkmış ve insanlık tarihinin karanlık lekesi olmuştur. Faşist ya da komünist elbiseler giyerek insanlık tarihinin bu en büyük seri cinayetlerine her geçen gün bir yenisini ekleyen kolektivizmi; usta romancı Arthur Kostler’in kaleminden okumak isterseniz kitabın sayfalarını çevirmeye başlayın.’’

1. Baskı: İstanbul, Ocak 2007 Sinan Çetin

spartacus

Spartacus / Arthur Koestler

‘’Bir haydut çetesi duyulmamış ceset ve benzerine rastlanmamış bir küstahlıkla meyhane v hanlara saldırmış, asillerin görkemli evlerini ateşe vermiş, yemliğinden öküz, harasından aygır kaçırmıştı. Eşkıyalar her yerdeydiler ve hiç bir yerde yoktular. Bir gece Clanius nehrinin yanındaki bataklıkta gizlendiklerinden şüpheleniyordu, şu Verginia tepelerindeki ormanların arasında akan Clanius nehrinin. Askerler, daha küçük kasabalardan toplanan adamlarla oluşturulan bölükler üzerlerine yolandı; fakat ya askerler firar etti yada onlar da haydut çetesine katıldılar; çünkü geriye dönen olmadı. Sayıları günden güne arttı, korku ve hayranlık uyandırdılar; hayata saygı duymadıkları ve ölümle eğlendikleri için halk seviyordu onları.’’

***

Arthur Koestler’in başyapıtı sayılan üçleme ilk olarak Spartacus (1939) ile başlar, Gün Ortasında Karanlık (1940) ve Geliş ve Gidiş (1944) ile devam eder. Üçlemenin bu ilk kitabında insan gelişiminin tüm idealleri ayrıntılarıyla işlenmiştir. Bu kitap kitlesel bir devrim hareketinin başarısız oluş hikayesidir. Hikâye ayrıcalıklı elit tabakanın kişisel çıkarları ile kitlelerin kişisel çıkar çatışmalarını resmederken ‘düzen’ ve ‘vatanseverlik’ adı altında işleyen tek bir temel kanundan bahseder. Kanun çok basittir: ‘Ya sen öldürürsün ya da ölürsün’.

Roma İmparatorluğu tarihinin en büyük destanını, Arthur Koestler’in kaleminden okumak, tarihin gizemli kapıları arasında yapılan yolculuğu günümüzün tüm tutku ve hırslarıyla buluşturuyor.

1. Baskı: İstanbul, Ekim 2007

tarihsiciligin-sefaleti

Tarihsiciliğin Sefaleti / Karl Popper

Tarihsiciliğin Sefaleti, 1957 senesinde ilk kez basıldığında Arthur Koestler tarafından ‘bu sene basılan ve muhtemelen tüm yüzyıl boyunca değerini koruyacak tek kiita2 diye tanımlanmıştır. Popper, tarihindeki maktu ve önceden kestirilebilir kuralların yıkıcı bir eleştirisi mahiyetindeki kitabını, tüm ‘tarihsel kaderin amansız kanunları adına faşist ve komünist inançlarının kurbanı olanlara’ ithaf etmiştir.

Kısa ve etkileyici yazımıyla eser; okurlara, entelektüellere, tarihçilere ve politika üreten kuşaklara ilham kaynağı olmuştur. II. Dünya Savaşı’ndan bugüne sosyal bilimlerin en önemli kitaplarından biri kabul edilen eser, bu büyük düşünürün fikirlerini anlamamız yolunda bize ışık tutuyor.

2. Baskı: İstanbul, Ocak 2013

bitmeyen-arayis

Bitmeyen Arayış / Karl Popper

(...) I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde henüz 12 yaşındaydım; savaş yılları ve sonrası benim entelektüel gelişimime pek çok açıdan damgasını vurmuştur. Bu yıllar beni genel geçer fikirlere, özelliklede siyasi fikirlere karşı eleştirisel bakar hale getirmiştir. Şüphesiz o günlerde, savaşın ne demek olduğunu bilen insanların sayısı çok azdı. Ülkenin her yanında, savaş çığırtkanlığı yapanlardan uzak çevremizin bile katıldığı, kulakları sağır eden bir vatanseverlik yaygarası vardı. Savaştan önce, bizim çevrenin pek çok üyesi barışçıl teorilerden yanaydı, mevcut düzene hayli eleştirel bakardı. Bu insanların aniden muhalif oldukları politikaları savunur hale gelmesi beni çok şoke etmişti. İleriki yıllarda o günleri sık sık hatırladım.

(...) Bugün, en akın akrabalarımın hepsi öldü, en iyi arkadaşlarımın bir kısmı, hatta en iyi öğrencilerimin bile bir kısmı. Ne var ki, şikayet için bir sebebim yok. Sağ oluğum ve çalışmaya devam edebildiğim için minnettar ve mutluyum. İşim bana her zaman olduğundan daha da önemli görünüyor.

1. Baskı: İstanbul, Mayıs 2006

mr-why-ın-sonu

Mr. Why’ın Sonu / Scarlett Thomas

Yüksek lisans öğrencisi Ariel Manto’nun etrafında tuhaf olaylar gerçekleşmektedir. Önce danışmanı ortadan kaybolur, ardından bir sahafa nadir kitapların en zor bulunan Mr. Why’ın Sonu ile karşılaşır. XIX. yüzyıl bilim adamlarından Thomas Lumas kaleme alınan ve lanetli olma gibi kötü bir şöhrete sahip bu kitap, gizli bir karışım içen bir adamın, diğer insanların bilinci üzerinde zamanda yaptığı yolculukları ve maceraları konu edinmektedir. Gerçek hayatın tüm baskılarından bunalan Ariel, bu esrarengiz kitabın cazibesine kapılır ve bu sırrın peşinde bilinmeyen zamanlarda ölümcül bir arayışa kendini bırakır... Bu yolda yalnızda değildir...

***

Post-modern felsefeyle fiziğin eşsiz birleşimi... Heyecan verici bir bilim kurgu...

1. Baskı: İstanbul, Şubat 2009 Library Journal

kizilderiliye-yer-yok

Kızılderiliye Yer Yok / Sherman Alexie

Spokane Kızılderili rezervasyonunun yüz on bir yıllık sakin geçmişi, gitarı ve takım elbisesinden başka hiçbir şeyi olmayan siyahi bir yabancının ortaya çıkmasıyla değişir. Bu adam, şeytanla yaptığı anlaşmayla ölümünü ertelemeyi başarmış efsanevi blues gitaristi Robert Johnson’dur. Johnson’un tılsımlı kitabını genç bir hikaye anlatıcısı, toplumla uyumsuz bir müzisyen olan Thomas Ateş-Yakar’a verilmesiyle büyülü bir serüven de başlamış olur. Rezervasyon barlarından köy tavernalarına, Seattle’ın asfalt yollarından Manhattan’ın gökdelenlerle bezenmiş caddelerine uzanan bu macerada Thomas ve Coyote Springs grubunun üyeleri, ecdatlarına ait kabuslarda kurtuluşun akortlarını çalarken, kendilerini, hayalini kurdukları rock’n roll yıldızlığı yolunda zorlu bir serüvenin içinde bulurlar.

***

‘’Kırıcı olacak kadar ironik... ‘Kızılderiliye Yer Yok’ ne bir ritim kaçıyor ne de bir notayı yanlış çalıyor.’’

Times / Los Angeles

‘’Kızılderiliye Yer Yok’un mistik karmaşası Alexie’nin şairane yazımının gücü kadar büyüleyici... Kasetli, ironik, hatta kimi zaman gerçek dışı kurguya rağmen kitabın keskin, etkileyici temasından ödün verilmemiş.

Chronicle / San Francisco

yeni-baslayanlar-icin-vosym

600 Soru / Vedat Özdemiroğlu

Beş işçi bir gökdeleni 52 yılda yapmaktadır. Böyle proje olmaz olsun. Aynı gökdeleni 38 kuaför hiç yapamaz. Fakat bir kuaför bir saçı iki günde yapar. 44 yorgancı 17 yorganı dört günde diktiğine göre, üç silahşör bir bufaloyu kaç günde yakalar?

a)Birkaç günde

b)1100 günde

c)günü birlik

d)Bufalodan bufaloya değişir (Tıknaz bufalolar sinirli olur, zor yakalanır)

e)Hiçbiri(Doğru cevabı biz uzmanlar biliyoruz, bunu siz genç kişilerden saklamasını da biliriz anlamında)

Şive nedir?

a)Bir dili, sanki öyle bir dil yokmuş gibi konuşma işlemine şive denir!

b)Konuşma sırasında azı sözcükleri bilinçli olarak yanlış söylemeye şive denir!

c)Biriyle bir konu hakkında konuşurken bir başka konuya geçme isteğine şive denir!

d)Her memlekete ayrı ayrı laf söylüyolaa, işte bu realiteye şive diyolaa!

e)Cilveli kişinin tutumlarına şive denir! (Yalan!)

1. Baskı: İstanbul, Kasım 2007

hollywood

Burak’ın Kamerasından Hollywood / Burak Güral

Burak kuru kuruya sinema tarihini veya sinemanın kamuoyundaki görkemli etkisini değil, sinemanın ta kendisini seven sinema yazarlarındandır...
Seyrettiği filmin öyküsünü kendi öyküsü gibi gören, beyaz perdeden içeri, öteki dünyaya dalıp geçen sinema yazarlarındandır. Yumruklarını sıkmaz, kendini kasmaz... Sever, sevişir filmlerle. Al Pacino’yu filan dost bilir kendine...

İşte bu yüzden şimdi bir de ‘’Burak’ın kamerasından’’ Hollywood’u okumak benim için apayrı bir tat.

Haşmet Babaoğlu

Burak Güral bize sinemaya yönelmiş genç bir merak, çağın en önemli filmlerine doğru yapılan zevkli bir yolculuk ve çok ukalalık etmeden, çok ahkâm kesmeden yapılan analizler sunuyor. Üslubu sade ve akıcı, okuması kolay, oldukça keyifli yazılar. Ve en önemlisi, genç bir yazarın yazılarına güvenerek ve onları akılcı ve akıcı bir biçimde derleyerek, bir sinema kitabı oluşturmaya cesaret etmesi.

1. Baskı: İstanbul, Ağustos 2003 Atilla Dorsay

komser-sekspir-kitap

Komiser Şekspir / Sinan Çetin

Sinan Çetin’in bu filmin de, belirli kesimlerden, Prenses ve Propaganda’nın karşılaştıklarına benzer tepkiler alacağını sanıyorum. Şüphesiz bazıları film görmezden gelecektir. Bazıları ise eleştiri sınırlarını aşan yazılar ve hatta karalamalar kaleme alacaktır. Bunlar da, ihtimal, iki grup halinde belirecektir. İlk grup, Çetin’in ne yaptığını anlamayan, bunun için gerekli fikirsel alt yapı ve donanımdan ve muhtemelen, iyi niyetten yoksun kimselerden oluşacaktır. İkinci grupta ise, film karşısında çıplak yakalanmış hissine kapılanlar yer alacaktır. Bunlar özgürlüğe düşmanlıkları, kolektivizmleri ve devletçilikleri ansızın kuvvetli bir projektör ışığına tutulmuş duygusunu ve korkusunu yaşayacaklardır. Bu kişiler genellikle ideolojik bakımdan saplantılı tiplerdir.

Özgürlüğe ve bireye inananlara ise sadece Sinan Çetin’e teşekkür etmek düşecektir.

1.Baskı: İstanbul 2003 Dr. Atilla YAYLA

hayvan-ciftligine-donus

Hayvan Çiftliğine Dönüş / Burton A. Abrams

Goerge Orwell meşhur romanı Hayvan Çiftliği’ni Rusya tarihinin 1917 Devrimi’yle başlayıp ülkenin II. Dünya Savaşı’na dahil olmasıyla son bulan dönemi etrafındaki kurgulamış v kolektivizmin menfi neticelerini net bir şekilde ve isabetle resmetmiştir. Ancak kendisi, kendi kuşağından pek çokları gibi, devlet mülkiyeti ve merkezi planlamanın yaratacağı ekonomik sorunları kavrayamamıştır. Orwell aslında, o acımasız diktatörlerce yönetilmediği takdirde, Rus devriminin yeni bir toplum yaratmakta hayli başarılı olabileceğine inanmış, samimi bir sosyalistti. Oysa Hayvan Çiftliği’nin yayınlanmasından yıllar sonra bugün bizler artık kolektivist ekonomini başarısızlığı, özel girişim ve piyasa-temelli fiyat mekanizmasının avantajları konusunda zengin bir tecrübe birikimine sahibiz. Hayvan Çiftliğine Dönüş’ün yazılmasındaki amaç da, Orwell’in kolektivizmin iktisadi yeterliliği konusundaki görüşlerini yeniden gözden geçirmektedir. Elinizdeki eser, Orwell’in bıraktığı yerden Hayvan Çiftliği’ne geri dönüyor ve Çin Halk Cumhuriyeti’nde 1979-1989 yılları arasında yaşanan olayları masalsı bir anlatımla sizlere aktarıyor.

1. Baskı: İstanbul, Aralık 2006

keskin-inanclar

Kesin İnançlılar / Eric Hoffer

Dünyadaki bütün kötülükler, birilerinin başkalarının iyiliği için hareket etme hakkını kendinde görmesiyle başlar.

Sinan Çetin

Kesin inançlı ‘’kendi siyasi, dini, felsefi inancının ‘’mutlak gerçek‘’ olduğuna, bunu başkalarına dayatma hakkına sahip olduğuna bağnazca inanır. Hiç şüphesi, hatta merakı bile yoktur.

Bu yüzden, okumuşlarında bile ‘’cehalet havası sezilir.’’ Aynı sebeplerle, ‘ödünsüz’ dür: ‘Revizyonizm, değişim, yumuşama, uzlaşma; gibi kavramalara düşmandır. Hatta ılımlılık ‘’tehlikeli’’dir, ‘’ihanet’’ tir. ‘DÜŞMAN’ onun için bir ihtiyaçtır. Çünkü ancak tehlikeli ve acil bir ‘düşman’ın varlığı onun kafasındaki ak – kara şablonuna uyar. Bağnazlık ve paranoya birbirini tamamlar.

Öyle bir ‘’düşman ‘’ ki, ‘’her şeye kadir ve her yerde hazır’’ olmalıdır. Her yere sızan, sinsi planlar yapan, bizleri uyutan, bizden akıllı düşmanlar!

En heyecan verici iç düşmanlar ‘dış güçlere’e ‘emperyalizm’e, ‘beynelmilel Yahudi’ye bağlı olanlardır: ‘’ideal bir düşmanın yabancı olması gerekir, yerli düşmanın yabancı olması gerekir, yerli düşmanın yabancı soydan geldiğini iddia edilmelidir...’’

‘Kesin inançlı’nın sağcı solcu, dinci laikçi olması fark etmez. ‘Aydınlanma Devrimi’ denilen Fransız Devrimi ‘’yeni bir din’’ olmuş, orak çekiç, gamalı haç putlaştırılmıştı.

Bütün bağnazlar, birbirlerinin zıt-benzeridir. ‘’ Asıl iki zıt kutbu oluşturanlar aşırılarla liberallerdir.’’
Çağımızda iç barışı ve toplumsal rasyonelleşmeyi sağlayan asıl faktörün liberal değerler olması bir tesadüf değildir.

1. Baskı: İstanbul, Nisan 2007 Taha Akyol

ates-ve-kilic

Ateş ve Kılıç / Henry Sienkiewicz

Doğu Avrupa’daki Polonya-Litvanya hakimiyeti 1947’ye kadar devam etti; fakat o yıl her şey değişti. Ukrayna’da Bogdan Smielnicki ile komşuları arasındaki anlaşmazlıklar barut fıçısının fitili oluşturdu ve tüm Kazakların soylulara karşı ayaklandıkları bir yangına dönüştü. Doğudan gelen Kazak birliklerinin de kendilerine katılmasıyla Ukrayna bir kan gölüne döndü. Uzun süre bastırılmış Kazak köylülerinin kini; yağmalarla, katliamlarla, tecavüzlerle gün yüzüne çıkıyordu.

Dük Yarema’nın ordusu hafif süvari birliğinde görevli bir subay olan Jan Kretuski Prenses Helen’e aşık olur. Fakat kız Kazaklar tarafından kaçırılır. Kretuski ve arkadaşları bundan sonra yalnızca Polonya için değil, aynı zamanda onun kaybolmuşluğunun, aşağılanmışlığının simgesi güzel Prensesi bulmak için de savaşacaklardır.

Yenilmez Kahramanlar, harikulade düellolar, bitmeyen dostluklar ve yiğitçe ölümlerle bezenmiş bir başyapıt...

1. Baskı İstanbul, Mayıs 2007

omer-caha

Sivil Toplum, Aydınlar ve Demokrasi / Ömer Çaha

Kamusal alan, sivil toplum, cumhuriyet, demokrasi, laiklik gibi terimler günümüzün sosyal ve siyasal hayatının başat unsurlarını teşkil etmekte. Fakat bu kavramları gerçek anlamlarında mı kullanıyoruz, yoksa sahip olduğumuz duygu ve düşüncelerle içselleştirdiğimiz korkular her birimizin aklında farklı terminolojilerin oluşmasına mı yol açıyor? Sivil Toplum, Aydınlar ve Demokrasi adlı alışmasında Prof. Dr. Ömer Çaha bu kavramları eleştirel bir yaklaşımla ele almakta, her birini analitik bir çözümlemeye tabi tutmakta. Kitapta kamusal alanla ilgili kafa karışıklığını giderici netlikte tartışmaların yanı sıra, kavramın ortaya çıkışı, dünyadaki gelişimi, modern dünyadaki seyri ve demokratik toplumdaki resmiyle ilgili son derece doyurucu tartışmalar yer alıyor. Yine cumhuriyetle demokrasi arasındaki ince ayrılıklar ve benzerlikler, bunların dünyanın değişik yerlerindeki gelişimi, demokratik cumhuriyetin düşünsel kaynakları, temel değerleri ve kurumları, Türkiye’de cumhuriyetle demokrasi arasındaki ince fay hatları gibi konular yazar tarafından büyük bir ustalıkla ele alınmakta. Laikliğin çıkış kaynağı, fikri temelleri, tarihsel gelişimi, dünyadaki değişik uygulamaları ve Türkiye’deki serüveniyle ilgili doyurucu bir resmi de bu çalışmada bulabileceksiniz.

Kısaca Sivil Toplum, Aydınlar ve Demokrasi, hem ele aldığı konuların güncelliği, hem de konuya yaklaşırken geliştirdiği özgün yöntem ve tartışmalarla okuyucuda önemli pencereler açacak nitelikte bir çalışma.

1. Baskı: İstanbul, Ocak 2008 Sinan Çetin

komisar

Komisar / Martyn Burke

Komisar’ın hikâyesi 1950’lerin tatsız günlerinde başlar. Stalin Kremlin’dedir. KGB ile CIA müthiş bir savaştadır. Soğuk savaş ısınmaktadır ve Dimitri Bir numaralı Düşman’a âşıktır. Amerika’yı büyük ülke yapan her şeye hayrandır: Brooklyn Dodgers takımına da, üstü açık Cadillac’lara da, Life, Time, Fortune dergilerine de, pembe flamingolara da... Birinci sorunu, ABD’ye saldıran parlak bir Sovyet casusu olarak görevinin, ABD’yi fethetme planları yapmak olmasıdır. İkinci ve daha vahim sorunu, kendi kusuru olmaksızın, gitgide dünyanın en zengin kapitalistlerinden biri haline gelmesidir.

Benzersiz keyifli dakikalar vadeden Komisar, kara mizahın ve zengin bir anlayışı doruğunda, aynı anda hem ürperten hem heyecanlandıran hem gülmekten kırıp geçiren hem de derin derin düşündüren o nadir romanlardan biridir. Joseph Heller, Catch-22 ile İkinci Dünya Savaşı’na ne yaptıysa, Martyn Burke de Komisar ile Soğuk Savaş’a aynı şeyi yapmaktadır.

Martyn Burke edebiyatçı, senaryo yazarı ve film yönetmenidir. Avenging Angelo, The Last Chase, Pirates Of Silicon Valley adlı filmlerin yönetmenidir. Ayrıca, Top Secret’in senaryosunun eş-yazarıdır. Bu senaryoyu yazan ekip Airplane’i de yazıp yönetmiştir.

1. Baskı: İstanbul, Ocak 2005

dalton-trumbo

Johnny Silahını Kaptı / Dalton Trumbo

İçlerinden bebekler gibi ağlayarak öldüler hepsi de. Uğruna öldükleri, uğruna savaştıkları şeyi unuttular. İnsanın anlayabileceği şeyleri düşündüler. Bir arkadaş yüzünün hasretiyle öldüler. Bir ana, Bir baba, bir kadın ve bir çocuk sesini duymak için inleyerek öldüler. Doğdukları yeri son bir kere daha görmek. Son bir kere daha görebilmek için yürekleri acıyarak öldüler. Yaşamak için derin iç çelişkilerle, sızlanarak öldüler. Neyin önemli olduğunu biliyorlardı. Hayatın her şey demek olduğunu biliyorlardı. Hıçkırıklar içinde haykırarak öldüler. Ölüm anlarında kafalarından geçen tek cümle; ‘’Yaşamak istiyorum, yaşamak istiyorum, yaşamak istiyorum!’’ olmuştu...

***

Bu sıradan bir savaş değildi. Bu, dünyayı demokrasi için güvenli bir yer haline getirmek için yapılan bir savaştı. Ve eğer demokrasi güven içinde olursa, bu uğurda kaybedilen hiçbir şeyin bir değeri olmayacaktı –milyonlarca ölü bedenin yada binlerce heba olmuş yaşamın... Bu sıradan bir roman değil. Bu roman sarsıcı, vahşi, korkutucu, dehşetli, sert, merhametsiz, vicdansız ve iğrenç... ne yani savaşın kendisi de öyle değil mi?

1. Baskı: İstanbul, Şubat 2009

kapitalizm-ve-ozgurluk

Kapitalizm ve Özgürlük / Milton Friedman

Kapitalizm, insan haklarının korunduğu tek sistemdir... Şöyle düşünün; bir zamanlar kolektivizmin kalesi olan Sovyetler Birliği’nde kapitalist olmanız mümkün değildi; ama Amerika’da komünist olabilirdiniz... Mesele insan haklarının ekonomik haklarından ayrılmaz oluşudur. Bir ülkede para serbestçe dolaşamıyorsa, hiçbir fikir serbestçe dolaşamaz.

Okuryazarların nefret ettiği paranın, ticaretin ve mülkiyetin özgürlük derecesi, o ülkede ki insan haklarının özgürlük derecesinin barometresidir. Eğer bir ülkede mülkiyet edinme özgürlüğü yoksa başka diğer hiçbir özgürlükten söz edilemez.

Mesele, kapitalizmle bir türlü barışmak istemeyen sol kültürün, insan haklarını savunuyor gibi gözüküp insan haklarını en çok ihlal eden sistemi kurmuş olmasıdır. Sosyalizm ‘in eleştiri kapısı asla açılmıyor; çünkü o kapı açılığı anda iki yüz milyon cesedin altında boğulacaklarını biliyorlar. Umarım bu kitap, Kolektivizm ’in insan hakları ihlallerinin zihinlerde ne büyük tahribatlara yol açığının anlaşılmasında katkıda bulunur.

2. Baskı: İstanbul, 2011 | Sinan Çetin

Web Tv